Beyinin Kötü Huylu Tümörleri
Beyin tümörlerinin görülme sıklığı 100 bin kişide 3,8 ile 5,1 arasında değişir. Kansere bağlı ölümlerin yüzde 2,7'si beyin tümörlerinin sonucudur; ölüm endeksi her 100 bin kişide, erkeklerde 3,3, kadınlarda ise 2,3′tür. Beyin tümörleri çocukluk çağında kan kanserleri ve kötü huylu lenfomlardan sonra en sık görülen tümör grubunu oluşturur; bu yaşlarda rastlanan kötü huylu tümörlerin yüzde 20-25′i beyin tümörleridir.
Travma, virüs, ailevi yatkınlık gibi etmenleri ortaya çıkarmaya yönelik çalışmalar varsa da, bu tümörlerin kökeni halen bilinmemektedir. Bazı tümörler belirgin bir biçimde “embriyonal” ve doğumsal”dır; bazıları ise yaşamın ileri evrelerinde ortaya çıkar.
BELİRTİLERİ
Beyin tümörleri görülme sıklıkla olarak şu belirtiler verirler: İlerleyici nörolojik kusur(%68) genellikle burada bahsedilen kuvvet zayıflığıdır.(%45). Baş ağrısı %54, nöbet görülme sıklığı ise %20-40` dır. Özellikle 20 yaşın üzerinde; nöbetle gelen hastalarda, tümör yoğun olarak araştırılmalıdır. Kafaiçi tümörleri yukarıdaki ana belirtileri vermekle beraber, belirtiler iki ana grupta incelenmelidir. Birinci gruptakiler genel belirtiler olarak adlandırılır. Bunlar, yerleşimleri neresi olursa olsun bütün kafaiçi tümörleri açısından ortak belirtilerdir. İkinci grup belirtiler ise tümörün yerleşimine bağlıdır. Genel belirtiler - Bu belirtiler kafaiçi basınç artmasına bağlıdır; gerek tümör kütlesinden, gerek beyin-omurilik sıvısı dolaşımındaki bozukluklardan kaynaklanırlar. Aynı belirtiler, beyin-omurilik sıvısının aşın üretimine ve sıvı akımının engellenmesine (tıkayıcı hidrosefali [beyin karıncıklarında aşın beyin-omurilik sıvısı birikmesi]) bağlı olarak kafaiçi basınç artmasının söz konusu olduğu hastalıklarda da görülür. Bu belirtilerin hepsine birden kafaiçi basınç artışı sendromu (KİBAS) adı verilir. Genel belirtilerin en önemlileri baş ağrısı, kusma ve papilla (kör nokta) stazıdır. İlave olarak daha seyrek görülen ama oldukça anlamlı olan zihinsel uyuşukluk, uykuya eğilim ve nabız azalmasını da eklemek gerekir.
Baş ağrısı: En sık ve en erken görülen belirtidir, genellikle şiddetlidir. Sürekli olabilir, seyrek olarak da başlangıç evresinde nöbetler halinde gelir. Bazı olgularda yoğun ve yırtıcıdır. Özellikte, bazılarında ise daha hafif nöbetler biçimde gittikçe şiddetlenerek seyreder. Genellikle arka kafa çukuru tümörlerinde, öteki bölgelerdekine oranla daha erken ve şiddetlidir. Bu tümörlerde belirtiler genellikle ani ve çok şiddetli baş ağrısı ile başlar. Tümör kütlesinin dördüncü karıncığa yaptığı baskı sonucu beyin-omurilik sıvısı dolaşımının engellenmesi (hidrosefali) KİBAS yaparak kusmaya da neden olur. Baş ağrısı yaygın, ya da yerel özellikte olabilir. Baş ağrısının şiddeti vücudun konumuna göre değişebilir; genellikle dik durulduğunda şiddetlenir, yatıldığında azalır.
Kusma: Kafaiçi basınç artmasına bağlı kusma yemeklerle ilgili değildir; bulantı görülmez, fışkırma biçimindedir. Bu özellikleri nedeniyle beyin kökenli kusmaya kolay kusma (bulantısız kusma) da denir; ama bu özelliklerin değişiklik gösterdiği de olur. Kusma daha çok sabahlan aç karnına görülür. Bazı olgularda yemeklerden ya da biraz su içtikten sonra bulantıyla da ortaya çıkabilir ve halsizlik yaratabilir. Beyin kökenli kusma, arka kafa çukuru tümörlerinde öteki bölgelerin tümörlerine oranla daha sık görülür.
Epilepsi(Sara): Beyin yarımkürelerinin özellikle şakak lobu(temporal lob) tümörlerinde ortaya çıkar. Beyin tümörü olgularında ortaya çıkan yaygın çırpınma nöbetleri tümörün yerel bir belirtisi olarak kabul edilmelidir. Kafaiçi basınç artmasının erken ve ağır olduğu arka kafa boşluğu tümörlerinde çırpınma nöbeti çok seyrek görülür. Oysa şakak lobu(temporal lob) tümörlerinde, çırpınma nöbetleri kafaiçi basınç artması belirtilerinden çok önce (bazen yıllarca önce) ortaya çıkabilir.
Zihinsel uyuşukluk: Zihinsel uyuşukluk duygularda kabalaşma, algılamada gecikme ve düşünsel işlevlerde yavaşlama biçiminde ortaya çıkar. Hasta kayıtsız, apatik (duyumsamaz) ve dikkatsiz görünür; kavrama yeteneği azalmıştır ve soruları geç yanıtlar. Zihinsel uyuşukluk beyincik tümörlerinde az görülür, alın lobu başta olmak üzere beyin yarımkürelerinin tümörlerinde değişmez bir belirtidir. Ama alın lobu tümörlerinde zihinsel uyuşukluktan çok daha fazla olmak üzere şiddetli ruhsal bozukluklar gözlenir. Daha çok zihinsel uyuşukluk görülen olgularda ise esneme sık rastlanan bir belirtidir.
Endokrin bozukluk: Bazı sella tursica(Türk eğeri) bölgesi tümörleri ise endokrin bozukluklar, görme bozuklukları ve bazı kraniyal sinir tutulmaları yapabilir. Bunların oluşumundan sonra hastayı hızlı ameliyata almak işlev kurtulumu veya hayat kurtulumuna sebep olur.
Özet olarak, kafaiçi tümörleri; baş ağrısı, kusma, papilla stazı, nabzın seyrekleşmesi ve zihinsel uyuşukluklarla belirti verirler. İlk üçü özellikle arka kafa boşluğu tümörlerinde sık rastlanır, erken ortaya çıkar ve ağır bir tablo oluşturur; zihinsel uyuşukluk ise beyin yarımkürelerinin tümörlerinde yaygındır.
Odaksal ve yerel belirtiler. Tümör kütlesi, genel belirtilerin yanı sıra yerleşime bağlı özgül bozukluklara da neden olur.
Beyin kabuğundan kaynaklanan bozukluklar; En sık görülen sendromlar şunlardır:
Rolando sendromu. Beynin Rolando yarığı olarak da bilinen orta oluğu, hareket ve duyu merkezlerini birbirinden ayırır. Rolando sendromu tümörün karşısındaki beyin yarımküresinde görülen kasılma ile birlikte ortaya çıkan güç azalması (spastik hemiparezi) biçimindeki hareket bozukluklarıdır. Bazen görülen basit yerel felçlere, bacaklarda kollara oranla daha çok rastlanır. Özgün bir belirti de kısmi çırpınma nöbetleridir. Duyu bozuklukları ise daha az görülür ve daha geç ortaya çıkar.
Alın lobu sendromu. Bu sendromu oluşturan belirtiler, kas gerginliği değişiklikleri; ekstrapiramidal sistem belirtileri; genellikle bir çırpınma nöbetinin başında görülen, göz ve başın birlikte bir yana kayması; denge ve hareketlerde eşgüdüm bozuklukları (frontal ataksi); idrar ve dışkı bozuklukları ile birlikte otonom sinir sistemi düzensizlikleri; konuşma güçlüğü (afazi) ve ruhsal değişikliklerdir. Ruhsal değişiklikler( bellek bozukluğu), mutizm (dilsizlik) , hareket insiyatif bozuklukları, aşırı neşelenme yönünde kişilik bozukluklarıdır.
Yan kafa lobu sendromu. Öznel ve nesnel duyu bozuklukları görülür. Öznel duyu bozuklukları karıncalanma ve uyuşmadır. Nesnel duyu bozuklukları ise, duruş algılamasında ki; acı, ısı, dokunma uyaranlarını ayırt etme yeteneğindeki; cisimlerin biçim, ağırlık, hacim ve içeriğini tanımadaki değişikliklerle ortaya çıkar. Kas erimesi (atrofi) biçimindeki bozukluklar ile görme ve tat bozuklukları da görülebilir.
Şakak lobu sendromu. Beyin yarımkürelerinin şakak lobu lezyonları baskın olan beyin yarımküresindeyse konuşma bozuklukları öne çıkar. Arka kafa lobunun derinliklerindeki lezyonlar ise görme bozukluklarına yol açar. Sara nöbetleri sıktır. Görme, işitme, tat ve koku varsanıları tümörün yerini belirlemede önem taşır.
Arka kafa lobu sendromu. Görme bozuklukları, varsanılar ya da görsel yanılsamalardan oluşur. Arka çukur sendromu; tüm arka çukur tümörlerinde beyin-omurilik sıvısı dolaşımının bir engelle karşılaşması, erken ve giderek ağırlaşan bir kafaiçi basınç artması sendromuna neden olur. İki biçimi vardır:
- Beyincik loblarının sendromu. Dismetri (kas hareketlerinde uzaklığı sağlayamama), asinerji (kaslarda eşgüdüm kusuru), kas gerginliğinde azalma, edilgenlik artması gibi hareketlerle ilgili beyinciğe bağlı bozukluklar tabloya egemendir. Bunlara nistagmus (göz titremesi), baş dönmesi ve yürüme bozuklukları da eklenir.
- Orta çizgi (linea mediana) sendromu. Denge yitimi ve geriye doğru yürüme eğilimi gibi denge bozuklukları her zaman ön plandadır. Kusma ve otonom sinir sisteminin öteki işlevlerinde bozulma da tabloya eklenir.
TANI
Teknolojideki gelişmeler tanıya varmada hekimlere büyük kolaylıklar sağlamıştır. Günümüzde bilgisayarlı beyin tomografisi (BBT) ve magnetik rezonans (MR) gibi yanılma payını çok azaltan inceleme yöntemlerinin geliştirilmesiyle, beyin tümörleri ve öteki kafaiçi yer kaplayan hastalıkların tanısı çok kolaylaşmıştır. Anjiyografinin (kontrast madde verilerek damarların görüntülenmesi) Özellikle beyin damarlarındaki hastalıkların tanısında önemli yeri vardır. Pnömoensefalografi ve ventrikülografi eskiden olduğu kadar sık kullanılmamaktadır. Ekoensefalografi ise yeni doğanlarda, özellikle hidrosefali tanısında çok geçerli bir yöntemdir.
Kafa filmi - Kafa filmi alındığında beyin tümörü olgularının yaklaşık yüzde 30′unda değişiklik görülür. Kafa filmi, kafaiçi süreçle ilgili doğrudan ya da dolaylı belirtilerin ortaya konmasını sağlar. Doğrudan belirtilerin başlıcaları; yüzde 6–8 oranında görülen kalsiyum çökeltileri, tümörün doğrudan etkisiyle kemiklerde gerçekleşen doku yıkımları ve dokuların yer değiştirmeleridir. Dolaylı belirtiler ise kafaiçi basınç artması sonucu ortaya çıkar(döğülmüş bakır manzarası).
Ekoensefalografi - Öteki tanı yöntemleriyle birlikte uygulanan basit bir incelemedir; tanıya ulaşmak için tek başına yeterli değildir.
Bilgisayarlı beyin tomografisi (BBT) ve magnetik rezonans (MR) - Kafaiçi tümörlerin tanısında en yararlı tanı yöntemleridir. Bu yöntemlerle tümörün sağlıklı beyin dokularından ayırt edilmesi sağlanır. Uygulanması kolay olduğundan, damar yoluyla gerçekleştirilen yöntemlerden önce başvurulur.
Beyin anjiyografisi - Yıllardır beyin tümörlerinin tanısında temel yöntemlerden biri olarak yaygın bir biçimde kullanılmaktadır. Uyluktan ya da şahdamarından sokulan bir kateter ile yapılır. Tümörün damarlanması ve büyük damarların yer değiştirmesi gibi belirtiler ile tümörün tanısına yardımcı olur. Beyin cerrahlarının tümör içi ve çevresindeki damarlanmayı kavramalarına yardımcı olur. Öbür yöntemlere oranla tartışmasız üstünlükleri olan anjiyografinin uygulanmasında bazı tehlikeler de söz konusudur. Anjiyografi yapılan hastaların yüzde 3-5'inde tek yanlı felç ya da güç azalması, konuşma güçlükleri, bilinç bozukluğu, koma, çırpınma nöbetleri gibi komplikasyonlar görülebilir. Bu istenmeyen sonuçların büyük bir bölümü geçicidir, bir süre sonra iyileşme görülür. Kalıcı bozuklukların görülme oranı yalnızca binde 9′dur. Bugün için beyin tümörlerinin tanısında etkinliği çok azalmıştır.
Pnömoensefalografi ve ventrikülografi - Uygulamaları birbirine benzediği için, beyin karıncıkları(ventrikülleri) sistemi ve örümceksi (araknoit) zar altı boşlukların incelenmesinde birlikte kullanılırlar. Tanı karıncık ya da sarnıç sistemindeki(sisternalar) baskı, yer değişikliği ve biçim bozukluklarının görülmesi ile konur. Bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans bulunduktan sonra bu yöntemlerin kullanımı azalmıştır. Ama özellikle beyin orta hattının derin lezyonlarının tanısında (II. ve IV. karıncık, Türk eyeri bölgesi) eskiden kullanımı fazla bir yöntemdir. Bugün hemen hemen kullanılmamaktadırlar. Uygulama sonrasında seyrek olarak bulantı, kusma ve baş ağrısı gibi istenmeyen sonuçlar gelişebilir. Ölümle sonlanan olgular binde 2′yi geçmez.
Elektroensefalografı (EEG) - Geçmiş yıllarda sık kullanılan bu yöntem, günümüzde beyin tümörlerinin tanısında önemini korumamaktadır. Özellikle kafaiçi yayılım gösteren bir sürecin varlığını kanıtlamada ve bazen de yerini saptamada yararlıdır. Ama elde edilen bilgiler hiçbir zaman, cerrahi girişim için yeterli bulgu sağlayamaz. EEG'de hastalık düşündüren ritimlerin ortaya çıkmasıyla tümörün varlığı arasında bir ilişki saptanmışsa da, bu yöntem yalnızca yol gösterici bir tanı aracıdır, ardından daha duyarlı inceleme yöntemleri uygulanmalıdır.
Biyopsi - Beyin tümörü düşünülen bir yer kaplayıcı lezyonun tanısı biyopsi ile (doku örneği alınması) kesinleştirilebilir. Alınan doku örneğinin yeterli miktarda ve tanıya varmak için uygun olması temel koşuldur. Beyin biyopsisinin uygulamasındaki başlıca tehlikeler şunlardır: Alınan örneğin azlığından ötürü ya da biyopsinin, patolojiyi tam olarak yansıtmayan bir bölgeden yapılması sonucunda yanlış tanıya varmak (olguların yüzde 37'si); kanama (yüzde 5); beyin şişmesi (yüzde 20). Bu tehlikeli durum koruyucu olarak yüksek doz kortikosteroit grubu ilaç verilerek kısmen önlenebilir. Son yıllarda uygulanan stereotaktik cerrahi sayesinde bu tehlikeler önemli ölçüde azalmıştır. Beyin tümörleri; beyin apseleri, kistler, tüberkülomlar, gomlar ile hemen hemen aynı belirtileri verir. Ayırıcı tanıda dolaylı ölçütlerden yararlanılır. Başka bölgelerde önceden irinli odaklar bulunması (örneğin, irinli kulak iltihabı olgularında apse genellikle şakak lobunda ya da beyinciktedir) ve genel enfeksiyon belirtileri (hafif ateş, akyuvar sayısının ve kan sedimantasyon hızının artması) beyin apsesini düşündürür. Başka organlarda aynı yapıda kistlerin bulunması; ekinokoklarda casoni deri içi tepkime testinin pozitif sonuç vermesi; beyin sistiserkozunda ise kanda ve beyin-omurilik sıvısında eozinofillerin (bir akyuvar türü) artması gibi belirtiler asalaklann neden olduğu beyin apselerini gösterir. Gom ve tüberkülomlar klinik olarak tümörlerden ayırt edilebilir: Hastanın öyküsünde başka organlarda da tüberküllerin bulunması, frengi testlerinin (Wassermann, VDRL) pozitif olması, ayırıcı tanıya yardımcı olur.
KOMPLİKASYONLAR
Beyin tümörlerinin kafatası dışına yayıldıkları olgular çok azdır. Klinik gidişleri bazı biyolojik özellikleriyle ilişkilidir. Bu özellikler şöyle sıralanabilir:
Tümörün, baskı yapmasına uygun olmayan, basıncı değişmeyen bir boşlukta yer alan bir organın çevresinde oluşup yayılması; Duyarlı yapılara baskı yapma olasılığı; Etkili tedavi yöntemlerinin uygulanmasındaki güçlük. Birleşik tedavi yöntemleriyle elde edilen bazı başarılara karşın, kötü huylu beyin tümörlerinin gidişi ölümcüldür (hastaların yüzde 10′dan azı 5 yıl yaşar). Gidişin bu kadar kötü olması tümörün kafaiçi oluşumlar düzeyindeki etkilerinden kaynaklanır; bu etkiler bazen yeterince denetlenemez ve sürekli kafaiçi basınç artması komaya ve ölüme neden olur. Cerrahi girişimlerin, ışın ve ilaç tedavilerinin sonucunda da aynı ölçüde önemli, komplikasyonlar da görülebilir.
TEDAVİ
Genel ilkeler;
Bugüne değin uygulanan tüm tedavi girişimleri sonuçsuz kalmıştır; bu nedenle beyin tümörleri ve özellikle kötü huylu gliomlar (sinir sistemi destek doku hücrelerinde gelişen tümör) ölümcül kabul edilirler. Tümörün yeri genellikle cerrahi girişimin bazen eksik kalmasına neden olur (bu da bir başarısızlık nedeni kabul edilir). Sinir dokusunun yenilenme yeteneği olmadığından, sağlıklı bölgelerin alınması, o bölgenin işlevsel önemiyle orantılı bozukluklara yol açar; ağır ve kalıcı sinir sisteminde, yeti yitimi ortaya çıkar. Tümör kütlesinin bulunduğu yerde birbirinden farklı üç bölge saptanır. En dışta odağın etrafındaki ödem bölgesi bulunur; burada sağlıklı beyin dokusuna yayılmış durumda ve hızla gelişen küçük tümör odakları vardır. Birinci ve üçüncü bölgeler arasındaki ikinci bölge aktif olarak gelişen bir dizi hücreden oluşur. Tümörün ortasında yer alan üçüncü bölge, doku ölümü ve hücre yıkımı bölgesidir. Tümörün çevresindeki sağlıklı dokuyu alma olanakları oldukça sınırlı olan cerrah, ölmüş ve üremeyen bölgeyi bütünüyle alabilir, ama üreme durumundaki bölgenin büyük ölçüde bırakılması zorunludur (tümörün yinelenmesine yol açan bu durum cerrahi girişimin başarısızlığının biyolojik nedeni olarak kabul edilir).
Cerrahi tedavi; Tümörün radikal bir şekilde çıkarılması güçtür, ama bir bölümünün alınması da hastayı önemli ölçüde rahatlatır. Cerrahi girişim yöntemi kafatası duvarında bir delik açmak kadar basit ya da kraniyotomi (kafatasının cerrahi girişimle açılması) gibi karmaşık bir yöntem olabilir. Basit yöntemle yalnız tümörün ya da beyin kabuğunun küçük bir bölümünün biyopsi amacıyla görülmesi sağlanır. Kraniyotomi yöntemi ise tümörün bütünüyle çıkarılmasına yönelik geniş olanaklar sağlar. Bütünüyle çıkarılması olanaksız kötü huylu beyin tümörlerinin tedavisinde temel hedeflerden biri tümörün tamamına yakın oranda çıkarılmasıdır. Bazen bu başarılamamaktadır. Bu durum cerrahi başarıya bağlı olduğu gibi tümörün yerleşim yerine ve tipine göre de değişir.
Işın tedavisi (radyoterapi); Geleneksel bir tedavi yöntemi olarak kabul edilmekle birlikte, ne ölçüde etkili olduğu tam olarak belirgin değildir. Sağlıklı beyin dokusuna kalıcı zarar vermeden, yüksek dozda ışın verilmesi günümüzde de oldukça güç bir teknik sorunudur. Bugünkü tekniklerle radyoterapideki gelişmelerle kısmen de olsa çok iyi neticeler alınmaktadır.(gama bıçağı).
İlaç tedavisi (kemoterapi); İlaç tedavisine iyi yanıt vermeyen öteki katı kütleli tümörlerde olduğu gibi, beyin tümörlerinin bazı tiplerinde(oligodendriogliom) genetik bilimin ışığında iyi neticeler vermektedir. Cerrahi girişim ve ışın tedavileri sonrasında yalnızca bir önlem olarak uygulandığı halde, ilaç tedavisi ışın tedavisine oranla beklenen yaşam süresini ve yineleme süresini çok az uzatmıştır. Yalnız son zamanlarda bulunan yeni kemoterapatik ilaçlar genetik bilimin ışığında çok iyi neticeler alındığı bildirilmektedir.
Son zamanlarda gen terapisi ilgili çalışmalar çok cesaret verici olup, yeni çalışmalar devam etmektedir. İleride kullanımı çok yaygınlaşması muhtemeldir. Günümüzde kullanımı pahalıdır.
Birleşik tedavi; Birleşik tedavi deneyimleri, katı kütleli tümörlerin tedavisinde cerrahi ve ışın tedavilerinin birlikte uygulanmasının en etkili yöntem olduğunu göstermiştir. Beyin tümörleri ve özellikle kötü huylu gliom olgularında, ışın tedavisiyle birlikte ya da tek başına cerrahi tedavinin uygulanmasıyla, ancak bazı belirtileri gidermeye yönelik sonuçlar elde edilebilmiştir. Üç tedavi yönteminin birlikte uygulanması (cerrahi girişim, ışın ve ilaç tedavisi) beyin tümörü olgularında beklenen yaşam süresini biraz daha uzatmakta, hastanın bu süreyi, görece rahat geçirmesini sağlamaktadır.
Tedavinin Komplikasyonları
1- Cerrahi; Cerrahi girişimin ölümle sonuçlanması tümörün türüne, hastanın ameliyattan önceki nörolojik durumuna, tümörün büyüklüğüne ve yerine göre değişir. Öteki komplikasyonlar ise şunlardır:
- Girişimden birkaç saat sonra ortaya çıkan ameliyat sonrası pıhtı kütlesi oluşumu ile kanamalar;
- ödem ve enfeksiyon gelişimi
- tümörün yerine ve kesilip çıkarılan dokunun genişliğine bağlı olarak, tümörün çevresindeki sağlıklı dokuların bozulması nedeniyle, kalıcı ya da geçici sinir sistemi yetersizlik belirtileri.
- Hastanın iyileşme sürecinde beyine vücudunun herhangi bir yerinden pıhtı atma
2- Işın tedavisi (radyoterapi). Özenle yapılan ışın tedavisinin yararları sağlıklı dokulara verilen zarardan çok olsa da, iyonize ışınların sinir dokusu üzerindeki sinir sistemini zedeleyici etkileri unutulmamalıdır. Erken ortaya çıkan ve genellikle geçici değişiklikler olabilir. Öte yandan, bazı değişiklikler geç görülür ve kalıcıdır. Erken değişiklikler kendiliğinden düzelebilir ve kortizon grubu ilaç tedavisinden yarar görebilirler. Ama geç değişikliklerin gidişi kötüdür ve tedavileri olanaksızdır. Işın tedavisi sırasında kortizon grubu ilaç verilmesi önerilir.
3- Destek tedavisi; Beyin tümörlerinin birleşik tedavilerinde uygulanır. Destek tedavisi, tümör odakları çevresindeki ödemi ve tümörün kütle etkisi sonucunda gelişen kafaiçi basınç artışını denetlemeye yöneliktir. Tıkayıcı temelde gelişen iç hidrosefali ve çırpınma nöbetleri de aynı etkiye bağlanabilir. Önerilen tedaviler tıbbi ve/ya da cerrahidir. Tıbbi tedavide kortikosteroit grubu ilaçlar, sıvı yitirtici ozmotik ajanlar ve idrar söktürücüler kullanılır.
4- Rehabilitasyon tedavisi; Beyin tümörü olgularının genel tedavisinde oldukça önemli bir yeri vardır. Birleşik tedavilerle beklenen yaşam süresi uzatılabilir; ama hastanın yaşamını olabildiğince rahatlatmak da gerekir. Tümörün neden olduğu ve cerrahi girişim sonucu oluşan lezyonlara bağlı eksiklikler çok şiddetli ve yaşamı tehdit edici olabilir. Uygun rehabilitasyon tedavileri ile, birçok eksiklik kısmen ya da bütünüyle iyileştirilebilir. Sonuçta zihinsel ya da hareketlerle ilgili yeteneklerde yeterli bir iyileşme elde edilebilir.
GİDİŞAT (PROGNOZ)
İyi huylu beyin tümörlerinin gidişi çoğunlukla iyi olduğu bilinmekle beraber beklenen yaşam süreci her zaman belirgin değildir. Kötü huylu gliyomlarda, cerrahi ve ışın tedavisindeki gelişmelere, yeni kemoterapik ilaçların kullanımına ve birleşik tedavilere karşın, sürecin sonu kötüdür; bu olgular en geç iki yıl içinde ölümle sonlanır. Tek başına cerrahi tedavi 3-6 aylık bir yaşam süresi sağlar, ışın tedavisinin eklenmesi süreyi 3-4 ay daha uzatır; bu iki tedaviye ilaç tedavisinin eklenmesiyle gerçekleşen üçlü tedavi ortalama yaşam süresini 12 ay ya da daha çok uzatabilir. Kötü huylu gliyom olgularında birinci yılın sonunda hastaların yalnızca yüzde 20'si; 24′üncü ayın sonunda ise yalnızca yüzde 10′u yaşar. Gelecekte yeni yöntemlerin bulunması ve/ya da var olanların geliştirilmesiyle daha iyi sonuçlar elde edilmesi umulmaktadır. Medulloblastom gibi tümörlerde ise, tedavi sonuçlarının değerlendirilmesi, hastanın zaman içinde uzun süre kontrol altında tutulmasını gerektirir. Çünkü tümörün yeniden alevlenmesi ve yayılım odakları uzun dönemde, örneğin ilk uygulanan tedaviden 7-10 yıl sonra, ortaya çıkabilir. Medulloblastom olgularında, tedavi girişimlerine karşın, hasta 2 yaşından küçükse, tümör beyin sapını tutmuşsa ve tümörün alınması kısmiyse hastalığın beklenen gidişi kötüdür. Günümüzde kullanılan birleşik tedavi yöntemleri olguların yaklaşık yüzde 60′ında 5 yıllık bir yaşam süresi sağlar. Tedavinin etkisini klinik düzeyde değerlendirmek zordur. Birçok sinirsel yetenek yitimi kalıcıdır, tümör iyileşse bile bunlar geçmez. Hastanın kötüleşmesi tümörün yeniden gelişmeye başlamasına değil, ışın tedavisi sonrası ortaya çıkan ödem ya da hidrosefaliye (beyin karıncıklarında aşırı beyin-omurilik sıvısı birikmesi) bağlıdır. Tedavinin etkisini değerlendirmede en iyi ölçüt, beklenen yaşam süresidir. Son on yılda anestezi ve cerrahi tekniklerindeki iyileşmeye, bazı ışın tedavisi araçlarının kusursuzlaşmasına ve tümör gelişmesini önleyici yeni ve etkili ilaçların bulunmasına karşın, kötü huylu beyin tümörlerinde beklenen yaşam süresi, ne yazık ki, uzatılamamıştır.
HAZIRLAYAN; Dr. Turgay BİLGE