kısırlığın çocuk sahibi olmaya engel değil

Medical Park Karadeniz Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Ufuk Yılmaz, görülme sıklığı giderek artan kısırlığın çocuk sahibi olma hayaline engel olmadığını söyledi.

Çiftlerin bir yıllık süre ile korunmasız düzenli cinsel ilişkide bulunmalarına rağmen gebeliğin oluşmamasına infertilite (kısırlık) denildiğini belirten Yılmaz, "Bugünlerde çiftlerin en büyük sorunlarından biri de çocuk sahibi olamamaktır. Kısırlığın görülme sıklığı toplumda yaklaşık yüzde 15 civarındadır" dedi.

Doğurganlığın özellikle 32 yaşından sonra inişe geçtiğini ifade eden Yılmaz, "Çocuk sahibi olamayan ailelerin yaklaşık yüzde 35'inde erkekte, yaklaşık yüzde 45'inde de kadında sorun saptanmaktadır. Bununla beraber infertil ailelerin yüzde 15-20'sinde ise çiftelerin her ikisinde de problem bulunamamaktadır ki buna da açıklanamayan infertilite denmektedir. Çiftlerin yüzde 45-50'sinde ise her ikisinde de problemler mevcuttur. Doğurganlık 20'li yaşlarda maksimum seviyede olur. Özellikle 32 yaşından sonra ise inişe geçer. Biyolojik saat ilerledikçe kadının gebe kalma şansı giderek azalır. Günümüzde sosyal yaşamın değişmesine bağlı olarak kadınlar hamile kalma yaşlarını geciktirmektedirler. Kadında infertiliteye neden olan diğer nedenler ise; yumurta kanallarının (fallop tüplerinin) tıkalı olması, yumurtlama bozuklukları (pcos), yumurta rezervinin azalması, iyi huylu rahim urları (myomlar), uterus içi yapışıklıklar (uterin sineşiler) olarak sayılabilir. Erkeğe ait en yaygın kısırlık nedenleri ise; semende sperm sayısında azlık ve hareketlerinde yavaşlık veya sperm hücresinin görülememesidir. Bazen de sperm hücrelerinde şekil bozukluğu vardır ya da yumurtaya ulaşmadan ölmektedirler. Yine çiftler için sigara içmek, düzenli bir hayat yaşayamamak da çocuk sahibi olamamak için diğer nedenlerdendir" ifadelerini kullandı.

Obezitenin doğurganlığı azalttığını kaydeden Yılmaz, "Stres, kısırlık vakalarında çok önemli bir faktör değildir fakat yapılan bazı bilimsel çalışmalarda yüzde 5'lik bir etkisi olabileceği kabul edilmektedir. Çünkü stres, gebeliğin oluşmasında görevli hormonların salınımında problem oluşturabilir, bu da yumurta oluşumu-gelişimi veya yumurtlama hormonlarını olumsuz etkileyebilir. Günümüzde yaygın bir sorun olan obezite doğurganlığı temel anlamda azaltmasa da yağ dokusundan salınan kadınlık hormonunun fazla olması yumurtlamayı baskılayabilmekte ve dolaylı olarak gebe kalmak zorlaşabilmektedir. Kilo fazla oldukça yumurtlama da o kadar az olur. Eğer obezite sınırına gelinmişse bu doğurganlık hızını yüzde 50'ye kadar azaltabilir. Günümüzde cinsel yolla bulaşan hastalıkların artması nedeniyle de kadınlarda tüplerde, erkeklerde ise kanallarda tıkanıklık oluşabilmektedir. Tüplerde tıkanıklık olunca, yumurta hücresini rahim içine aktaran döllenmenin gerçekleştiği yollarda tıkanıklık olur, sperm ile yumurta hücresi karşılaşamadığı için gebelik oluşamaz" şeklinde konuştu.

Herhangi bir problem tespit edilemediği halde çocuk sahibi olamayan çiftlere ilk olarak yumurtlama tedavileri (OI) yapıldığını söyleyen Yılmaz, "Öncelikle, kısırlık nedeninin saptanması gerekiyor. Bu amaçla adetin ikinci veya üçüncü günü yapılan hormon tahlilleri, HSG dediğimiz rahim içi ve tüpler hakkında bilgi edinmemizi sağlayan rahim filminin çekilmesi ve erkeklere de spermiogram ilk başta yapılması gereken ana tetkiklerdir. Herhangi bir problem tespit edilemediği halde çocuk sahibi olamayan çiftlere ilk olarak yumurtlama tedavileri (OI) yapılmaktadır. Bu tedaviler genellikle 3-6 ay arasında sürdürülür ve kadında yumurta gelişimi sağlanır, sonrasında çatlatma iğnesi yapılarak ilişki günleri önerilir. Başarı şansı ise yüzde 10-12 arasındadır. Aşılama, basit tedavileri bitirmiş veya sperm sayısı normal yoldan çocuk sahibi olamayacak kadar az olan hastalarda tercih edilen tedavi yöntemidir. Kısaca tanımlamak gerekirse erkekten alınan spermin işlemden geçirildikten sonra kadının uterusunun içerisine ince bir katater yardımı ile verilmesi işlemidir. Başarısı ise yüzde 15-18 arasındadır" diye konuştu.

"ÇİFTLER KISA SÜRELİ TEDAVİLERİ TERCİH EDİYOR"

Çiftlerin kısa süreli tedavileri tercih ettiğini vurgulayan Yılmaz, şöyle konuştu:

"Tüp bebek, klasik yöntemler ile gebe kalamayan kadınlarda uygulanan bir tedavi şeklidir. Erkek (sperm) ve dişi (yumurta) döl hücrelerinin laboratuvar koşullarında birleştirilmesi sonucunda oluşan embriyoların, rahme transferi ilkesine dayanır. Laboratuvar koşullarında gerçekleştirilen döllenme, kendiliğinden (in vitro fertilizasyon) ya da insan eliyle, tek yumurta içine tek sperm verilmesi ile (mikroenjeksiyon) sağlanır. Daha sonra bu yumurta ve spermlerden döllenerek oluşan embriyolar anne rahmine transfer edilir. Tüp bebek tedavilerinde kullanılan tedavi yöntemine göre süre değişmektedir ki bu süre 15 gün ile 2 ay arasında olabilir. Günümüzde artık daha çok kısa tedaviler tercih edilmektedir ki bunlar da yaklaşık 15-20 gün arasında sürmektedir. Tedavi için, ilk önce gerekli tetkikler tamamlanır. Bu tetkikler hastadan hastaya değişkenlik gösterebilir. Tetkik süreci bittikten sonra çift için en uygun tedavi protokolü belirlenir ve tedavi hasta çifte anlatılır. İlaç tedavisi ile yumurtalıklar uyarılır akabinde yumurta toplama işlemi yapılır, tercihen işlem sırasında hasta uyutulur. Toplanan yumurtalar ile spermler birleştirilir ve elde edilen embriyolar takibe alınır. Uygun zaman geldiğinde ki bu da döllenme yapıldıktan sonraki 3-5 gün içindedir, hastaya embriyo transfer edilir."

"TÜP BEBEKTE NORMAL BEBEK KADAR SAĞLIKLI GELİŞİR"

Çiftlerin hiçbir zaman umutsuzluğa kapılmaması gerektiğini ifade eden Yılmaz, şunları söyledi:

"Yapılan çalışmalar ile bu yöntem ile gebe kalan kadınlar ile normal yolla gebe kalan kadınların çocuklarında anomali olasılığı açısından bir oran farkı olmadığı belirlenmiştir. Hastalarımız hiçbir zaman ümitsizliğe kapılmasınlar. Her zaman uygun bir tedavi yöntemi kendileri için belirlenecektir. Bununla birlikte unutmamak gerekir ki çocuk tedavileri için kesinlikle geç kalınmamalıdır. Çocuk isteği olan çiftlerimiz sürekli olarak nasıl olursa bir gün olur mantığı ile çok fazla zaman kaybetmemeliler ve mutlaka uzman ellerde tedavilerine başlamalılar. Bütün okuyucularımıza sağlıklı günler dilerim."(İHA)