Osmanlılarda Şehzadeler
Osmanlılarda Şehzadeler
Osmanlı padişah sülâlesinin erkek evlâtları. Aslı “şah oğlu padişah oğlu” demek olan şehzadedir. Padişah çocuklarına Sultan Çelebi Mehmed zamanına kadar çelebi denilmiş sonra şehzade tabiri kullanılmaya başlanmıştır. Padişah kızlarına isminden sonra kullanılmak üzere sultan unvanı verilirdi.
Şehzade veya sultan doğduğunda sarayda özel merasimler yapılırdı. Durum, toplar atılmak suretiyle İstanbul halkına ilan edilirdi. Aynı zamanda, memleketin her tarafına fermanlar gönderilerek oralarda da toplar atılır, şenlikler yapılırdı. Şehzade ve sultan doğumları ferman geldikten sonra her mahallin şer'î mahkeme sicillerine kaydolunurdu. Padişahların ilk oğulları olduğunda yapılan donanma günü fazla olurdu. Sultan Birinci Abdülhamid Han (1774-1789) ikinci oğlunun doğumunda şenlik yapılmasına müsaade etmemiş ve “...dervişan tekkelerine nezirler ve sadakalar verilip, mektep hocalarına paşa kapısına gelince hilat giydirilip, kafalarına sarık parası ve masumlara çil para ve pilav, zerde...” verilmesini istemiştir.
Osmanlı şehzadesi beş, altı yaşına gelince kendisine bir hoca tayin edilerek merasimle okumaya başlardı. Bu derse başlamaya Bed-i besmele denirdi. Şehzade ilk olarak Elif-bayı şeyhülislâmdan okurdu. Merasim sonunda şeyhülislâm dua ederdi.
Şehzade sünnetleri büyük şenliklerle yapılır, fakir fukara günlerce karınlarını doyurur, dağıtılan bahşişleri alırlardı. Sünnet olan ve on üç, on dört yaşına giren şehzadelere ayrı bir daire verilirdi. Annesi, kızkardeşlerinin haricinde başka bir kadınla görüşmesine müsaade edilmezdi.
Şehzadeler, babalarının sağlığında eğitimlerinin yanında ata binmek, ok atmak, avlanmak, gürz kullanmak gibi spor hareketlerinde ve silah kullanmakta egzersiz yaparlardı. Babalarının ölümünden sonra, sarayda kendilerine tahsis edilen yerde otururlar ve ilimle meşgul olurlardı. Sırası gelen saltanata geçerdi.
Anadolu'nun çeşitli şehirlerinde şehzade sancakları vardı. Şehzadeler delikanlılık çağına geldiklerinde yanlarında onlara devlet idaresini öğretecek eyalet valiliği yapmış lala tayin edilmek suretiyle bu sancaklara gönderilirdi.
Sultan İkinci Selim Han'dan itibaren yetişkin şehzadelerin sancaklara çıkarılma usulleri terk edilerek, bunlardan yalnız büyük ve padişahlığa aday şehzadeye sancak verilmesi kararlaştırılmış ve Manisa sancağı veliahd şehzade sancağı olmuştur.
Sultan Üçüncü Mehmed Han (1595-1603) zamanından itibaren büyük şehzadelerin de sancağa çıkmaları kanunu tamamen kaldırılmış, fakat veliahd şehzadelere Anadolu'da ismen sancak verilmiş, bunun bir vekille idare edilmesi gibi bir usul konmuştu. Daha sonra bu usul de tamamen kaldırılmıştır.
Yetişkin şehzadelerin sancağa çıkarılmayıp, yalnız büyük şehzadenin sancak beyi olmasının kabulüne, şehzade Bayezid ile Selim arasındaki mücadele; büyük şehzadenin sancağa çıkarılmak usulünün kaldırılmasına da Üçüncü Mehmed'in oğlu olan ve babası tarafından öldürülen şehzade Mahmud hadisesi sebep olmuştur.
Şehzade sancaklarının çoğu Anadolu Beyliklerinden zaptedilen sancaklardı. Anadolu'daki şehzade sancakları Balıkesir, Kütahya, Manisa, Isparta, Antalya, Konya, Aydın, Amasya, Sivas, Kastamonu, Trabzon ve Kırım'da Kefe şehirleridir. Daha sonradan sadece Amasya, Manisa, Kütahya ve Konya diğer şehirlere tercih edilmiş ve en son olarak yalnız Manisa şehzade sancağı olarak kalmıştır.
Osmanlı şehzadelerinin muayyen hasları vardı. İkinci Bayezid'in şehzadelerinden her birinin, senelik 1.200.000 akçelik hasları vardı ki, bu miktar Fatih Kanunnamesi'ndeki vezir-i âzamın hassı kadardı.
Şehzadelerin maiyetlerinde divân-ı hümâyundaki vazife sahipleri gibi divan heyeti ve padişah maiyeti gibi lalaları, kapı halkı, sulak, peyk ve sairleri vardı.
Sancak beyliğinde bulunan şehzadeler eskiden beri Anadolu'daki bu şehirleri kültür ve ilim muhiti hâline getirmişlerdir. Osmanlı şehzadeleri namına bir hayli eser yapılmış ve kaleme alınmıştır.
Devlet işlerine ve devlet idaresine tecrübe sahibi olmak için sancaklara gönderilen şehzadelerin sancaklarda iyi bir şekilde yetiştirilmeleri kendilerinin hükümdarlıkları zamanındaki başarılarında önemli rolleri olmuştur.
Şehzadelerin fırsat buldukça saltanat iddiası ile meydana çıktıkları ve başarılı olamayıp yakalananların öldürüldükleri ve bir kısmının da memleket dışına kaçtıkları görülmektedir. Saltanat hırsı, dışardan ve içerden tahrik, can kaygısı bu mücadelelerin başlıca sebeplerindendir.
Bilhassa saltanata geçen hükümdarın devlet nizamının sarsılmaması ve devletin bölünüp, parçalanıp yok olma tehlikesiyle karşılaşmaması için kardeşlerini öldürmelerinin caiz olacağı Fatih Kanunnâmesi'nde belirtilmiştir. Şehzadelerin öldürülmesi meselesi devlet nizamını ve devletin geleceğini ilgilendirdiği için üzerinde önemle durulmuştur. Devletin bütünlüğünü sarsacak herhangi bir olay karşısında herkese yapılabilecek katil hadisesi, şehzadelere de çekinmeden yapılırdı. Şehzadelerin bilhassa saltanatı ele geçirmek için yaptıkları isyanlardan, Osmanlılarla sınır komşusu olan devletler istifade etmişler ve muhalefete geçen şehzadelere maddî ve manevî yardımlarda bulunmak suretiyle devleti çökertmek istemişlerdir.
Diğer Türk devletlerinde olduğu gibi Osmanlı Padişahları da Türk ordusunun bizzat başkumandanı olup, oğulları da gerektiğinde bu ordunun sağ veya sol kolundaki kuvvetleri idare ederlerdi. Bu suretle sancaklarda idarî işlerle uğraşan şehzadeler askerî sahada da yetişerek hükümdar oldukları zaman, tecrübeli bir kumandan sıfatıyla devlet reisliğine geçerlerdi.
Kanunî, sefere gittiğinde şehzadelerini bazen yanında götürür ve bazen de Rumeli'nin muhafazası için Edirne'de oturturdu. Kanunî'nin vefatından sonra Osmanlı şehzadelerinin kumandanlık hizmetleri de sona ermiş ve şehzadeler 1595 tarihine kadar Manisa sancağında vazife yapmışlardır. Osmanlı Devleti ve hanedanlığa son verilince, şehzadelik de kalkmış oldu