X

Uzmanlar, BM biyoçeşitlilik zirvesinden beklentilerini anlattı

İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Orman Mühendisliği Bölümü Toprak İlmi ve Ekoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Doğanay Tolunay:
- "COP16 öncesi ülkelerin ulusal biyoçeşitlilik stratejilerini ve eylem planlarını revize ederek, biyolojik çeşitlilik konusundaki taahhütlerini yayımlamaları gerekiyordu. Ancak aralarında gelişmiş ülkelerin de olduğu 170 kadar ülke eylem planlarını güncellemedi" - TÜBA Çevre, Biyoçeşitlilik ve İklim Değişikliği Çalışma Grubu Üyesi Prof. Dr. Doğan Yaşar:
- "2022'den bu yana bu konuda istenilen hedeflere ulaşılamadığı bir gerçektir. COP16, biyoçeşitliliğin korunması için alınan kararların mutlak surette uygulanmasının ön planda tutulduğu bir toplantı olacak gibi görünüyor"

23.10.2024 - 11:10

İSTANBUL - YETER ADA ŞEKO - Uzmanlar, Kolombiya'da düzenlenen Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi Taraflar Konferansı'nın (COP16), ülkelerin daha önce bulundukları taahhütlerin ve uygulamaların ön planda tutulacağı bir zirve olması gerektiğini belirtti.

Birleşmiş Milletlerin (BM) girişimiyle 1993'te yürürlüğe giren Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi kapsamında düzenlenen 16. Taraflar Konferansı (COP16), "Doğayla Barış" temasıyla 21 Ekim-1 Kasım'da Kolombiya'da düzenleniyor.

Birleşmiş Milletler Çevre Programı'nın bir parçası olarak varlığını sürdüren sözleşmenin amaçları arasında, biyoçeşitliliği korumak, onu oluşturan tüm bileşenlerin sürdürülebilir kullanımını ve genetik kaynakların kullanımından doğan faydaların adil ve eşit paylaşılmasını sağlamak yer alıyor.

Sözleşme kapsamında ilk taraflar konferansı 9 Aralık 1994'te Bahamalar'da gerçekleştirilirken, ilk zirveden bugüne kadar gelinen süreçte Tarım Biyoçeşitliliği, Kurak ve Yarı Nemli Toprakların Biyoçeşitliliği, Orman Biyoçeşitliliği, Ada Biyoçeşitliliği, Deniz ve Kıyı Biyoçeşitliliği, Dağ Biyoçeşitliliği ve Karasal Biyoçeşitlilik olmak üzere 7 tematik program oluşturuldu.

- Zirvelerin dönüm noktaları

Zirveler tarihindeki en önemli gelişmelerden biri ise Cartagena Biyogüvenlik Protokolü olarak gösteriliyor. 1993'teki ilk taraflar toplantısında biyogüvenliğin ele alınmasıyla başlayan sürece, 1999 ve 2000 yıllarında protokolün hazırlanmasıyla devam edildi. 2000 yılındaki COP5 konferansında imzaya açılan protokol, 11 Eylül 2003'te yürürlüğe girdi.

Toplantılar sonucunda elde edilen önemli kazanımlardan biri de genetik kaynaklara ulaşımı ve bunların kullanımlarından elde edilen faydaların adil dağıtılmasını temel alan Nagoya Protokolü oldu. 2010'daki COP10 zirvesinde kabul edilen protokol, 2 Şubat 2011'de imzaya açıldı ve 12 Eylül 2014'te yürürlüğe girdi.

Kanada'nın Montreal kentinde 2022'de düzenlenen COP15 Konferası'nda, Kunming-Montreal Küresel Biyoçeşitlilik Çerçevesi'nin kabul edilmesi bir diğer önemli dönüm noktası olarak değerlendiriliyor. Bu kapsamda taraflar, biyoçeşitliliğin korunması için 23 hedef belirlerken, bunların arasında karaların, okyanusların, kıyısal alanların ve iç suların yüzde 30'unun 2030'a kadar korunması hedefi öne çıkıyor. 30X30 olarak da bilinen bu hedefe, koruma programlarının artırılarak, gerekli fonların bulunarak ve gıda israfının azaltılarak ulaşılması planlanıyor.

COP16 zirvesi boyunca, Cartagena Biyogüvenlik Protokolü'nün 11. taraflar toplantısı ve Nagoya Protokolü'nun 5. toplantısı gerçekleştirilecek. Ayrıca zirve, COP15'te kabul edilen Kunming-Montreal Küresel Biyoçeşitlilik Çerçevesi kapsamında belirlenen hedeflerin değerlendirileceği ilk toplantı olması dolayısıyla önem taşıyor.

Ekosistemlerin korunması iklim değişikliğiyle mücadelenin anahtarı

AA muhabirinin sorularını yanıtlayan İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Orman Fakültesi Orman Mühendisliği Bölümü Toprak İlmi ve Ekoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Doğanay Tolunay, Taraflar Konferansı (COP) denince daha çok BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) Taraflar Konferansı'nın akla geldiğini, buna karşın en az iklim değişikliği kadar küresel bir sorun olan biyolojik çeşitlilik kaybının önlenmesi konusunda da Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi'ne taraf ülkelerin 2 yılda bir toplanıp kararlar aldığını söyledi.

Biyolojik çeşitliliğin korunması konusundaki farkındalığın iklim değişikliğiyle mücadele kadar yaygın olmadığını dile getiren Tolunay, "Halbuki iklim değişikliği, biyolojik çeşitlilik kaybına da yol açıyor. Aynı zamanda karbon yutakları olan ekosistemlerin korunması iklim değişikliğiyle mücadelenin anahtarı konumunda." dedi.

COP16'nın önemli gündemleri arasında yer alan Amazon Ormanları'nın korunması konusunun çok önemli olduğunu belirten Tolunay, bu ormanların son yıllarda büyük baskı altında olduğunu, tarım ve hayvancılık için kasıtlı yakıldığını anlattı.

Amazonlar'ın iklim değişikliğinin 9 devrilme noktasından biri kabul edildiğine, kaybedilmesi halinde iklim değişikliğini önleme çabalarının boşa gidebileceğine dikkati çeken Tolunay, bölgedeki tahribatın aynı zamanda yeni hastalıkların ortaya çıkmasına yol açmasından da endişe edildiğini kaydetti.

Ülkeler eylem planlarını güncellemedi

"Doğa ile Barış" temasıyla başlayan COP16'da bu tür konuların tartışılmasını önemli bulduğunu ifade eden Tolunay, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Ancak biyolojik çeşitlilik ve doğa koruma konularında tüm dünyadaki farkındalığın düşük olması ve ekonomik sorunlar, doğa koruma konusundaki çalışmaları aksatıyor. 2022'de belirlenen amaçların yerine getirilmesi hayati önemde. Bu amaç ve hedeflere ulaşılması için şirketlerin ve finans kuruluşlarının, doğa koruma örgütlerinin, yerel topluluk temsilcilerinin ve devletlerin işbirlikleri önem kazanıyor. Ancak COP16'da bu işbirliklerinin çok fazla olmadığı söylenebilir. COP16 öncesi ülkelerin ulusal biyoçeşitlilik stratejilerini ve eylem planlarını revize ederek, biyolojik çeşitlilik konusundaki taahhütlerini yayımlamaları gerekiyordu. Ancak aralarında gelişmiş ülkelerin de olduğu 170 kadar ülke eylem planlarını güncellemedi."

Tolunay, 30X30 hedefleri konusunda da küresel olarak çok geride olunduğuna işaret etti.

Bunun yanı sıra tahrip olmuş ekosistemlerin restore edilmesinin Biyolojik Çeşitlilik Çerçevesi'nin amaçları arasında bulunduğunu ancak buna dair hedef konulmadığını, bu konuda AB'nin Doğa Restorasyonu Kanunu çıkarılması girişimlerinin üye ülkelerin çoğunun kabul etmemesi nedeniyle sonuçsuz kaldığını anlatan Tolunay, "Bu durumun altında çoğunlukla ülkelerin maden, odun üretimi ve benzeri yatırımlarının olumsuz etkileneceği endişeleri yatıyor. Tahrip edilmiş ekosistemlerin onarılması için de finansmana ihtiyaç var." diye konuştu.

Gerekli finansmanın sağlanması en önemli parametrelerden biri

Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) Çevre, Biyoçeşitlilik ve İklim Değişikliği Çalışma Grubu Üyesi Prof. Dr. Doğan Yaşar, bir önceki zirve COP15 toplantısında kabul edilen "Kunming-Montreal Küresel Biyoçeşitlilik Çerçevesi" ile belirlenen hedeflerin önemini vurguladı.

Bu kapsamda, "biyolojik çeşitliliğe yönelik tehditlerin azaltılması", "sürdürülebilir kullanım ve fayda paylaşımı yoluyla insanların ihtiyaçlarını karşılama", "uygulama ve yaygınlaştırma için araçlar ve çözümler" gibi başlıklar altında hedefler belirlendiğini vurgulayan Yaşar, bu alanda ülkelerin yeteri kadar çalışma yapmadığını söyledi.

Yaşar, "2022'den bu yana bu konuda istenilen hedeflere ulaşılamadığı bir gerçektir. COP16, biyoçeşitliliğin korunması için alınan kararların mutlak surette uygulanmasının ön planda tutulduğu bir toplantı olacak gibi görünüyor." dedi.

Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü Öğretim Üyesi ve Biyoçeşitlilik Bilim Müzesi Kurucu Direktörü Prof. Dr. Levent Gültekin, belirlenen hedeflerin gerçekleşebilmesi için ülkelerin ve özel sektörün gerekli finansmanı sağlamasının en önemli parametrelerden birini oluşturduğunu kaydetti.

Gültekin, "Bilimsel altyapı, uluslararası işbirliği, araştırma, konuya özel bilim insanlarının yetiştirilmesi ve toplumsal eğitim sisteminin işletilmesi de en önemli hususlardır." ifadelerini kullandı.

Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Dönmez ise bu toplantıların, ortak miras olan biyoçeşitliliğin korunması noktasında kritik olduğunu belirterek, "Bu kararlara imza atan ülkelerin yüzde 80'inin ekosistem tahribatının azaltılması ve diğer konularda verdikleri sözleri yerine getirmemiş olması elbette üzücü. Bu ikiyüzlü tutumun nedeni, son sözü mevcut ekonomik sistemin söylüyor olmasıdır." değerlendirmesinde bulundu.